-           BİLİM FELSEFESİ  e-group katıldınız mı?
http://uk.groups.yahoo.com/group/consulturk/
bilim felsefesi konusunda iletişim için yukarıdaki linkden e-group umuza katılınız,lütfen

Bilim felsefesi konusunda ki katkılarınızı bekliyoruz.

Bloğumuz düşünen,araştıran,sorgulayan herkese açık bir platformdur.

Buyrun

Bir yorum da sizden.

Bilgi paylaştıkça çoğalır.

BİLİM FELSEFESİ konusunda ki yayınların özeti niteleğindeki bu derleme,toplama,alıntılar size nerden ,nasıl başlayacağınız hakkında yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır.

"Bilim felsefesi" ne yeni başlayanlar içindir. Bilim felsefesi 100 yıllık, Bilim tarihini ise 3000 yıllık bir geçmişe sahipdir.Bilgi denizine dalan bir dalgıç iseniz ;

Hoşgeldiniz?

consulturk@gmail.com

"consuLTurk"
değilseniz güle güle...

cemal güzel-bilim felsefesi-kırmızı yayınları-1.baskı-aralık 2010

Cemal Güzel hacettepe üniversitesi felsefe bölümünü 1985 yılında bitirmiştir.

Bilim Felsefesi sf.193 sonuç bölümü benim için bu bloğun ortaya çıkmışa vesile olmuştur..

alıntılar...1-2-3-4


1-VİYANA ÇEVRESİ nin bilim anlayışı karşı çıkışlara rağmen sürmektedir.
Doğrulanabilirlik bilim ile metafiziği birbirinden ayırıyordu,yanlışlanabilirlikse bilim ile sözde bilimi, bir de mantık ile matematiği ayırıyordur.Doğrulamacı tutum için bilimin yöntemi tümevarım olmak gerekiyordu.


2-Kuramı duyu deneyiyle sınanabilirse bilimselldir diye nitelemenin, dolaysıyla bilim doğa bilimlerine indirgemin bir sonucu da uygulanabilirliktir.


3-Kuramın dile getirdiği sınanabilirse,deneyler yeniden kurulabilirse, bu, kuramın bilimselliğini uygulanabilir olmasını sağlıyor demeye gelir.uygulama teknik demektir.


4-teknik ise bilimin felsefeden koptuktan sonra kendisine bulduğu güçlü ortakdır.uygulama bir teknik yaratma, bir teknik yaratmada para kazanma demektir.böylelikle bilimsel etkinlik neredeyse teknik yaratmaya indirgenmiştir.


 bilim ve felsefe paradigma dönüşümü ile "BİLİM FELSEFESİ "nde yeniden bir araya geliyor...

kuhn-olağan bilimin yapısı bulmaca çözmeye benzer

OLAĞAN BİLİMİN incelediği alanlar dardır.bu da bir görüş darlığına neden olur.ama öte yandan bunlar bilimin gelişmesi için zorunludur.dar alan,görüş darlığı ,paradigmayı dışa daha kapalı hale getirip araştırmacıları her hangi bir konuda akla gelmyecek denli derinlemesine,ayrıntılı incelemeler, araştırmalar yapmaya zorlayacaktır.ayrıca olağan bilimin ,bu kısıtlamaları ,paradigma işlerliğini kaybettiği anda gevşetmeye yarayan bir düzeneği vardır.bu andan itibaren araştırmacılar başka türlü davranır.
kuhn a göre olgusal bilimsel araştırma için üç olağan merkez vardır.


birincisi,paradigmanın şeylerin doğasının özellikle anlamlılığını gösteren olgular öbeğidir.


ikinci olarak ,olgusal belirlemelerin alışılmış ama daha küçük bir öbeği, paradigma kuramının öndeyişleriyle doğrudan karşılaştırılabilir olgulara yönelmiştir.


deney ve gözlemlere ilişkin üçüncü bir öbeklei olağan bilimin olgu toplama etkinlikleri tamamlanır.


Olağan bilimin kuramsal sorunlarına bakıldığında, bunlaın da deney-gözlem hakkında sorunlara benzer biçimde öbeklendirildiği görülür.olağan kurmasal çalışmanın bir kısmı eldeki kuramın aslında değerli olAn varsayımlarından oluşur.temel araştırmacılar UYGULAMA çalışmalarını mühendis ve teknisyenlere bırakmak gereken angaryalar olarak görür.bu çalışmaların gösterdiği, pardigmanın yeni bir uygulamasını göstermek ya da daha önce ki bir uygulamanın kesinlik derecesini artırmaktır.bir kuram ile doğa arasındaki çakışma noktaların geliştirilirken karşılaşılan önemli güclükler böylesi çalışmalar sonucu ortaya çıkar.
araştırmacılar için olağan sonuçlar, araştırmada elde edilen sonuçlar anlamlıdır.çünkü böylelikle araştırmacılar paradigmanın uygulanabildiği alana, kesinliğe eklemeler yaparlar.sonucun ne olacağı en ince ayrıntısına kadar bilinse bile, bu sonuca nasıl varılacağı belirsizdir.dolaysıyla da olağan araştırma sorunu bir sonuca vardırmak,bekleneni yeni bir biçimde başarmak demektir.
bu her türlü karmaşık,araçsal,kavramsal matematiksel bulmacayı çözmeyi gerektirir.
Başarılı kişi kendini uzman bir bulmaca çözücü olarak kanıtlar.
bulmacaya meydan okuma da onu araştırma yapmaya sürükleyen en önemli etkendir.

İNOVASYON PARADİGMASI-2

Bilim felsefesi "insanlığın  mutluluğunu " unutan ,teknoloji karşısında hem etik olarak hem de insan zihninin yaratıcılığın keşfi anlamında ,2010 lu yıllarda bir çok profesyonel araştırmacının ilgi alanına yeniden girecektir.
Şirket üst yönetimi ,küresel finansal kriz öncesi dönemde ,seri üretimin hızını artırmaya ve kalitenin mükemmelliğine odaklanırken ,performans sistemlerinin dayanılmaz stresi ile çalışanlarının" tükenmişlik sendromu" tüm motivasyon araçlarının etkisini yitirmesine yol açtı.
Global inovasyon ekonomisinin yeniden kurulmasında ,bilim felsefesi şirketlerin itibarını korumak için etik davranmaya yönlendirirken-enron,andersen yolsuzluğu-, arge merkezlerinde profesyonel araştırmacılar bilgi üretmek için bilim felsefesinin metodolojisini keşfediyorlar.
Mevcut  işletme yönetimi modelleri yenileşim odaklı olmadığından alternatif arayış,yenileşim kültürü tasarımı için  paradigma değişimini zorunlu hale getiriyor.
İnovasyon paradigması adını verdiğim bu süreçde bildiğimiz yönetim guruları yerine bilim felsefe düşünürleri popper, kuhn, lakatoz ,feyerabend,beno kuryel vb.yeniden keşfedilecek ve yenileşim paradigması  için kültürel alt yapı sanal bilgi ağları ile gelişecektir.
Viyana çevresinin bilimi ürünleştiren ve günümüzde de etkisi devam eden " teknolojik" baskısının etkisine feyerabend in insan odaklı bilim tezleri yeniden yorumlanarak,arge ve inovasyon merkezlerinde  insanlığın yararına araştırmalar, rekabetin sihirli gücü ile devam edecektir.

İnsanlar daha iyi, daha ucuz, daha sağlıklı " şey " lere layıktır.Şimdi açık inovasyon-yenileşim- çağı. Bilgi artık bir tık uzakta,sanal iletişim ağları bilgiyi özgürleştiriyor.
Bilgi üreten insanlar,kurumlar ve sanal bilgi ağları , her zaman bilgi yi kullanan kurumları geçecek.
Gücün kaynağı bilgidir.Peter Drucker ın deyimi ile" bilgi işçileri" zamanın ruhunu yakalayan bilim felsefeci leridir.
          cahit günaydın
www.cahitgunaydin.com

kuhn 1962 de structure of scientific revolutions yayınladığında viyana çevresi dağıldı

KUHN un bilim tasarımı iki kavrama, olağan bilim -ARTIRIMLI YENİLEŞİM-ile olağan üstü bilim-RADİKAL YENİLEŞİM- kavramına dayanır.
Olağan bilim, geçmişte kazanılmış bir yada bir kaç bilimsel başarıya dayanan araştırma demeye gelir.bu başarılar belli bir bilim çevresinin ,uygulamanın sürekliliğini sağlamak üzere bir süre için temel olarak kabul ettiği bilimsel ilerlemedir.
bir paradigmanın ortaya çıkabilmesi için ilk başlarda ,olguların seçimine,değerlendirilip eleştirilmesine izin veren bilinçli ya da bilinçsiz hem kuramsal hemde yönetemsel bir yargı gereklidir.burası koyre den etkilendiği en temel yerlerden biridir.bir kuram paradigma olunca, o alanda çalışanları bir işi her seferinde en başından ele alma zahmetinden kurtarır:hangi deneylerin yapılması hangi deneylerin yapılmaması gerektiğini söyler.dolaysıyla, belli bir alandaki görüşlerin bir tekiyle ya da tümüyle uğraşmaktan kurtulan araştırmacılar topluluğu bir araya gelip önceden belirlenmiş olgularla daha ayrıntılı şekilde ilgilenmek,çalışmaları için daha gelişmiş aygıtlar tasarlamak olanağına kavuşurlar.BİR PARADİGMA İÇİNDE İŞ GÖRMENİN UZMANLAŞMA İÇİN KAÇINILMAZ OLDUĞUDUR.

paul feyerabent der ki NE OLSA UYAR

FEYERABENT " bir tek felsefe buluşa katkısı olmamış,bilimle aynı adı paylaşıp ,başka hiç bir şeyi paylaşmayan,bilim felsefesi gibi piç bir konuyla, felsefenin bu saldırgan dalıyla uğraşmasının gerekçesini daha insancıl bir bilim görüşü ortaya koymak diye açıklar.çünkü bilimleri neyi ölçüt alıp incelemek gerektiği sorusuna verilecek yanıt "tek insanın mutluluğu" ,"tek insanın gelişimidir".
nasıl kilise ile devlet ayrılmışsa, bilim ile devlet de öyle ayrılmalıdır.çünkü bilim artık en saldırgaan en inakçı " dinsel kurum " olmuştur.devlet ile bilimin ayrılması teknolojiyi yok edecek diye düşünülmemelidir.çünkü her zaman, bilginliği  seçecek, bedeli ödendiği sürece " en aşağı türden köleliğe " isteyerek boyun eğecek kişiler bulunacaktır.insanlık bu istekli köleler sayesinde ilerleyecektir.feyerabend e göre bilim ile devletin ayrılması, kişinin insanlığı başarabilmesi için bir şans sağlayacaktır.bu ayrılık bilim-teknik ağırlıklı şu çağın kızgın barbarlığını yenmede insanın tek şansıdır.

bilimsel araştırma programlarının yöntem bilgisi-imre lakatos-

Bir kuramın bilişsel değerinin, kuramın insanlar kafasında ki ruhsal etkisiyle de ilgisi yoktur.bir kuramın bilimsel değeri yalnızca, bu kuramın kestirimlerinin gereçkte hangi dayanakları olduğuna bağlıdır.
LAKATOS a göre popper ın yalnışlanabilirlik ölçütü de sorunların çözümü olamaz.çünkü popper ın bilimsellik ölçütü bilimsel kuramların kararlılığını görmezden gelir.
KUHN, popper ın yanlışlamacılığının naifliini gördükten sonra, bilimsel devrimin usdışı bir değişme olduğu sonucuna varır.ama bilimsel devrimin usduşı bir değişme,bir din değiştirme türünden bir şey olduğu da doğru değildir.çünkü lakatos a göre, bilimle sözde bilim arasında kesin bir sınırkoyma olmayacak;bilimsel ilerlemeyle entellektüel çöküs arasında ayrım kalmayacaktır.nesmel bir bilimsel dürüstlük ölçüsü de olamayacaktır.
LAKATOS a göre bir bütün olarak bilim bile araştırma programı olarak görülebilir.bütün bilimsel araştırma programları çekirdekleriyle tanımlanabilir.bir program çekirdeğide uzun bir deneme yanılma süreciyle yavaş yavaş gelişir.
KANT ın ünlü sözüne benzeterek bilim tarihi olmadan bilim felsefesi boştur;bilim felsefesi olmadan da bilim tarihi kördür

bilimsel metodoloji

Bilimsel Metodoloji 
"En doğrusu, halen en doğru bildiğimizi yanlışlayacak yeni varsayımlar yaratmaktır".
Sir Karl Popper
"İlim Çin’de bile olsa gidip alınız".
Hz. Muhammed
"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir".
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk

Bir bilginin (knowledge) bilimsel olabilmesi için nesnel (objective) bilgi olması gerekir. Bunun için de önce tasvir edilmesi (betimleme: description), sonra tarif edilmesi (tanımlama: definition), akabinde ölçülmesi (measurement) ve nihayette tasnif edilmesi (sınıflama: classification) gerekir. Bu şekilde elde edilen bilginin bir “bir işe yarama potansiyeli” olması gerekir ki üzerinde çalışılmaya değsin.
Bu safhalardan geçmeyen bilgiler ve onların temsil ettiği varlıklar özneldir (subjective), dogmatik vasıflıdır ve bilimin tarifi ve metodolojisi dışındadırlar. Bunlar inanç, itikat veya iman konusudur; değiştirilemez, tartışılamaz çünkü aşağıda anlatacağımız şekilde sınanamazlar. Dini, metafizik ve mistik bilgiler bu özelliktedir. Bunların bilime enjeksiyonu ancak kaos yaratır.
Daha sonra bu bilgiden hareketle bir ön fikir (assumption: zan) üretilir; yani “zannedilir”. Bu ön fikir mevcut bulgular, teoriler (theory: kuram) ve varsayımlarla mukayese edildikten sonra bir varsayım (hypothesis) ortaya atılır. Bu hipotezi test edip geçerli (valid), güvenilir (reliabl) kılabilmek için bir araştırma deseni (design) inşa edilir. Eğer bu iş için kullanacağımız gereçler (tool) geçerli ve güvenilir değilse, önce bunlar tasarlanıp geçerlilik ve güvenilirlik analizleri yapılarak kullanılabilir hâle getirilir. Önceden bu aşamalardan geçmiş araçlar mevcut ise tabii ki kullanılabilir.
Araştırmanın geçerliliğini ve güvenilirliğini en önemli olarak belirleyen hususlardan bir tanesi de tarafsızlık (non-biasedness) ilkesidir. Hipotezimizi sınamak istememiz, araştırmamızın veya deneyimizin tarafgir olmasını asla gerektirmez, hâttâ doğrusu olmamasıdır. Bu sebeple de, deseni hazırlarken yanlış pozitif (false positive) veya yanlış negatif (false negative) sonuçlardan bizi koruyacak bütün bulaşıklıklardan (contaminations) arınmış olmalıyızdır. Sonucu bu yönlerde etkileyebilecek bütün harici veya dahili etkileri olabildiğince asgariye düşürmemiz gerekir.
Daha sonra araştırma veya deney yapılır. Sonuçlar dünyaca kabûl görmüş istatistiksel analizlerden geçirilir. Bunu yaparken şuurdışı (bilinçdışı) veya şuurlu tarafgirlikten kaçınmak için konuya kör (blind) bir istatistikçi tarafından da sonuçlar gözden geçirilir.
Yayın aşamasında, sonuçların anlamlılığı (significance), bunun derecesi ve varsayımın haklılık derecesi tartışılır. Çalışmanın kısıtlılıkları (limitations) varsa (yeterince örneklem olmaması, kaçınılmaz bulaşıklıkların muhtemel etkileri vs.) bunlar dürüstçe belirtilir.
Daha sonra bu yazı güvenilir ve hakemli bir dergiye gönderilir. Hakemlerden gelen eleştiriler sebebiyle gerekirse 10–15 kere gözden geçirilir (revision).
Sonunda da yayınlanır. Buna rağmen ciddi eleştiriler gelebilir ve teyit çalışmaları (replication studies) yapılmadıkça 1. dereceden kanıt olarak kabûl edilmez.
Buna kanıta (delile) dayalı bilim (evidence based science) denir.
Masaru Emoto’nun suyun duadan etkilerini anlatan “çalışması” da, duanın kalb krizinden veya başka bir illetten koruyucu etkisiyle ilgili çalışmaların çoğu da bu sebeple kâzip bilim (sham science) veya yalancı bilim (pseudoscience) düzeyindedir ve itibarlı çevrelerce kaale alınmazlar. Daha çok halkı oyalayan sansasyonlar veya spektaküler oyalamalar hâlinde ortada dolanırlar.
Ve... Bunca zahmetle elde edilen bilgi daha yayınlandığında eskimiştir ve yeni bilgilerce çürütülecek veya değişecektir.
Bu da Sir Karl Popper´ın ortaya koyduğu yanlışlanabilirlik ilkesinin (falsifaibility principle) vazgeçilmezliğinin bir göstergesidir.
Tabii ki bütün bunlar somut sistemlerle uğraşan doğa bilimlerinde, tıpta, biyolojide, jeolojide vs. daha bir geçerlidir. Anlam sistemleriyle uğraşan teorik fizik ve matematik gibi bilimlerde işler daha da karışır ve devreye diyalektik mantık, puslu (fuzzy) mantık ve Heisenberg´in belirsizlik ilkesi girer. Kuantum araştırmalarında ise uçuş serbestçedir ama önce bütün temel bilgilere ileri derecede vakıf olmayı gerektirir.
Tarih bir bilim midir dersek, daima galiplerin yazdığı bilgiler yumağından bitaraf hakikati yakalamak çok zordur. Soykırım “keşifleri”, çeşit çeşit icatlar göz önüne alındığında, tarih aslında ideolojidir; dolayısıyla da bilim değil bilgidir. Bu bilginin ne kadar nesnel (objective), ne kadar öznel (subjective) olduğu tam bilinemez.
Peki, psikiyatri bilim midir? Biyolojik, psikofarmakolojik, sinirbilimsel, deneysel psikolojiden mülhem alt dallarıyla bir bilim dalı olduğu kesindir. Buna karşılık, yanlışlanabilme ilkesine ters düşen ve varsayımlarını a priori doğru kabûl ederek sonuçları ona göre yordayan (prediction) psikanalitik ve sair teoriler bilimsel değildir; bilimselleşmek için bilimsel olan dallarla işbirliğine giderek doğru iş yapmaktadır. Klinik psikiyatri ise yanlışlanabilme ve gelişebilme ilkelerine uyduğu için bilimseldir.
Parsimoni İlkesi Nedir?
Eskiden “postüladan tasarruf kaidesi” de denen parsimoni (parsimony) ilkesi, “iki kabûl edilebilir izah varsa, en basit olanı en doğrusudur” düsturudur. Bu ilkenin güçlü yanı gereksiz ve fuzuli araştırmaları ve ayrıntıda boğulmayı önlemesi, zayıf yanı ise komorbiditeyi göz ardı etmesidir.
Peki, Bir İnsan Hem Bir İnanca (Dini, İdeolojik veya Mistik) Sahip Olup, Hem de Bilim Adamı Olamaz mı?
Tabii ki olabilir. Dünyada geçmişte ve hâlde bunun pek çok örnekleri mevcuttur. Muhtemelen artarak da olacaktır. Önemli olan sapla samanı karıştırmamayı, bilim adamı kimliğiyle (scientist identity) kendini aşan kimliğini (self-transcendent identity) karıştırmamaktır. Dini-mistik ritüelik davranışlar ta hayvanlar aleminden insan türüne kadar devam eden bir süreklilik gösterirler. Kurumsallaşma ve bilinçli inanç (iman) ise Homo sapiens sapiens´te gerçekleşmiştir. İnsan türü kendini aşmaya muktedir hâttâ mahkûm olan tek türdür. Adam gibi adamlar hem ilmi hem de imanı aynı yürek ve dimağda taşıyabilirler ve asla ikisinin de mutaassıbı olmazlar.
Sevgi ve saygılarımla...
M. Kerem Doksat, MD
Professor of Psychiatry
Istanbul University
Cerrahpasa Medical Faculty
Dep. of Psychiatry
Head of the Evolutionary Psychiatry Studies Group
Director of the Mood Disorders Unit
Editor of Yeni/New Symposium Journal
Tel.: (+90) 212 4143000 / 22352
Tel. & fax: (+90) 212 2401603;
2402421; 2192174-5
GSM: (+90) 532 3110015

Popper "3 dünya" dan söz eder.

KARL POPPER  kuramı, dünyayı yakalamak,ussallaştırmak,açıklamak, ona egemen olmak için atılan ağ olarak tanımlar.Yapılması gerekn de ağın gözlerini durmadan daraltmak olmalıdır.


Birinci dünya fizik nesnelerinin ya da fizik durumlarının dünyasıdır


İkinci dünya bilinç ya da zihin durumlarının ya da başka türlü söylendiğinde , edime yönelik davranışsal eğilimlerin dünyası


Üçüncü dünya düşüncenin özellikle bilimsel,şiirsel düşüncelerin nesnel içeriklerinin, ayrıca sanat yapıtlarının dünyası


"bilimsel bilginin kuramı " ile ilgili popper 3 temel savı savunur.
ilk sav şudur: geleneksel bilgi kuramı bilgi ile düşünceyi öznel anlamda - biliyorum ya da düşünüyorum " sözcüklerinin sıradan kullanışları anlamında-incelemiştir.
Bilginin ya da düşüncenin iki değişik anlamı olduğunu ileri sürer.
Bunlar: 1-Bir zihin ya da bir bilinç durumunu, ya da ,davranış ya da karşı koyma eğilimini içeren öznel anlamda bilgi yada düşünce;2-sorunlar,kuramlar,uslamlamalar gibi şeylerden oluşan nesnel anlamda bilgi ya da düşüncelerdir.Nesnel anlamda bilgi bir bilenin olmadığı bilgidir.bilen bir öznenin olmadığı bilgidir.


ikinci savı; bilgikuramıyla ilgili olan konuların bilimsel sorunlar ile sorun durumlar,bilimsel kestirimler,bilimsel tartışmalar,eleştirel uslamlamalar,uslamlamarda kanıların yerinin incelenmesi;dolaysıyla da bilim dergileriyle kitapları,deneyler ile bunların bilimsel uslamlamalardaki değerlendirmesinin incelenmesi olduğu ya da kısaca,geniş ölçüde özerk nesnel bilgilerden oluşan bir üçüncü dünyanın incelenmesinin,bilgikuramı ,ç,n bir önem taşıdığını dile getirir


Popper ın üçüncü savı da şudur: üçüncü dünyayı inceleyen nesnelci bir bilgikuramı,öznel bilince ilişkin ikinci dünya üzerine,özellikle de bilginlerin öznel düşünme işlemleri üzerine uçsuz bucaksız bir ışık salmamıza yardımcı olabilir ama tersi doğru değildir.


Popper bu üç temel sava ek olarak destekleyici üç sav daha ileri sürer.
1.Üçüncü dünyanın,insanın,ÖRÜMCEĞİN AĞI ile karşılaştırılabilir doğal bir ürün olduğudur
2.üçüncü dünyanın kişi onu çok etkilesede ondan etkilensede, çok özerk olduğudur.özerklik düşüncesi popper ın üçüncü dünya kuramının merkezidir.
3-insanla üçüncü dünya arasında ki bu etkileşim yoluyla nesnel bilginin geliştiği;bilginin gelişimiyle dirimbilimsel gelişim,yani bitkilerle hayvanların evrimi,arasında, yakın bir benzeşim olduğudur.


bilgi birikimsel bir biçimde değil de yanlışın dışarıda bırakılmasıyla ilerler.bir tek bilimsel bilgiyi önemli sayan POPPER , bilgikuramınıda bilimsel bilginin kuramına indirger.Bilimin yöntemi  çürütme ile kestirim yöntemidir.bir sorunla uğraşırken kestirimlerde bulunulur.kestirimler deneme niteliğindedir.bunlarda çürütmeler ile sınanır.böylece kuramların bilimsel olup olmadığına karar verme işi yöndtem de olmaktadır.deney bilimlerinin izlediği yol yine deneydir.Popper için hiç bir bilgi kesin değildir.Bilim eleştiriyle işler;bilimin itici gücü ussallıktır;bilim ussallığın sonucudur.





viyana çevresinin" bilim felsefesi"nde ki etkisi devam ediyor mu?

DÜNYANIN BİLİMSEL KAVRAYIŞI: Viyana Çevresi-1929- ŞÖYLE BİR SAPTAMAYLA BAŞLAR.

pek çok kişi günümüzdeki metafizik ile ilahiyatla ilgili düşüncenin yalnız yaşamda değil bilimde de yeniden yükselişe geçtiğini savunuyor...deney biliminin her dalında yapılan araştırmalarda " dünyanın bilimsel kavrayış ruhu "  yaşatılmaktadır.RUSSELL ve whıtegead in mantık ile gerçekliği çözümleme çalışmaları uluslararası önem kazanmıştır.ERNS MACH 1895 yılında kendisi için BİR TÜMEVARIMLI BİLİM FELSEFESİ kürsüsü kurulunca viyanaya gelir.MACH deney bilimini , özlellikle fiziği metafizk kavramlardan arındırmaya çalışıyordu.Mach dan sonra bu kürsüye LUDWING BOLTZMANN-1902-1906- geçerek deneyci gçrüşleri kararlılıkla savunmuştur.
1900 YILINDAN SONRA VİYANA da deney bilimleriyle yakın ilgisi olan çok sayıda insanın bulunması sonucu bilim felsefesi viyana çevresi etkisini doğurumuştur.
1-olgucuculuk ve deneycilik : MACH
2-deney biliminin temelleri:    POINCARE,BOLTMAN
3-simgesel mantık düşünürleri: RUSSEL,WHİTEHEAD,WİTTGENSTEIN
4-olgucu toplum bilim düşünürleri: POPPER,HUME

Dünyaın bilimsel kavrayışının amacı " birleştirilmiş bilim" dir.

BİLİMSEL DÜNYA KAVRAYIŞI hem deneyci, hem olgucudur.yalnızca deneyimden gelen, doğrudan verilenlere dayanan bilgi vardır.bu meşru bilimin içeriğinin sınırlarını belirler.
bilimsel dünya kavrayışı  mantıksal çözümleme yöntemini uygulamakla tanınır.

ALEXANDER KOYRE-1892-1964-

Viyana çevresinin bilimi ussaş,mantıksal,olgusal bir takım işlemlere, bilimsel bilgiyi de bu işlemler sonucu ortaya konan ürüne indirgemesine tepki gösterenlerden biri de KOYRE dir.Koyrenin bilim tasarımında vurguladığı noktalardan biride, bilimsel etkinliğin sürekli bir ilerleme göstermediğidir.ona göre bilimsel ilerleme devrimler youluyla olmaktadır.Kuhn bilimsel devrimlerin yapısının ön sözünde koyre den etkilendiğini yazar.

bilim felsefesi-cemal güzel-kırmızı yayınları-alıntı-1.baskı 2010

İnsanın ekinlik alanlarına göre bilgi genellikle üçe ayrılır.
1-GÜNDELİK BİLGİ
2-FELSEFE BİLGİSİ
3-BİLİMİN BİLGİSİ
Genel olarak bilim,dünya hakkında, doğa dünyası ile insan dünyası hakkında açıklamalar sunar.Felsefeden kopan bilim kendine yeni bir bağlaşık bulur:teknik.Çünkü bir bilim araştırmayı yürütmek için araçlara,aygıtlara sahip olmayı gerektirmektedir.Yürütülen böyle bir araştırma yine bir takım teknoloji ürünleri yaratmak için kullanılır.Bilimin egemenliği devam ediyor.
bilimin bilgisinin temel soruları ise
1-Bilim nedir?
2-Bilimsel yöntem nedir?
3-Bilimsel Doğruluk nedir?

Fransız bilim felsefecilerinin kendine özgü önemli bir takım yanları vardır.Viyana çevresinin iki alanı ayırıp -bilgi felsefesi ile mantık- gerisini " laf yığını " olarak adlandırdıkları felsefeyi bilimle iç içe giden bir etkinlik olarak görmesidir.Bilim felsefesi yaparken felseyi unutmamışlardır.Ayrıca bilim tarihini hesaba katarlar.yalın deneyciliği kabul etmemişlerdir.Bilme için gözlem elbette yadsınır bir şey değildir.ama gözlem için de bir kuram gerekir.
formel mantığı bilim felsefesi yaparken dışarıda tutmuşlardır.

THOMAS KUHN un bilim felsefelerinde adını andığı matematikçi,fizikçi henri poincare -1854-1912-nin önemli savlarından biri, bilim etkinliğinin ne olduğunun bilim tarihinden hareketle açıklamak gerektiğidir.Bilim tarihi bize birbirine zıt iki gidiş olduğunu gösterir.Bir taraftan daima birbirinden ayrı kalacakmış gibi görünen şeyler arasında yeni bağlar keşfedilir,böylelikle de dağınık olaylar birbirine yabancı olmaktan çıkartılıp bir birleşim halinde düzenlenir.Bilim yalınlığa doğur ilerler.
Diğer tarftan gözlem, her gün yeni olayları açığa çıkarır.basit sanılan şey yeniden karmaşık bir kılığa bürünür.Bu kez de bilim çeşitliliğe, karmaşıklığa gidiyor gib görünmektedir

İNOVASYON PARADİGMASI-1

Yenileşimi süreç olarak gören paradigma, yenileşimi patentli bir ürün gören teknoloji hayranlarının aksine arge merkezi çalışanlarının psiko-sosyal etkileşimine daha çok önem verir.
Yenileşimin doğasını  anlamak için arge merkezinde çalışan yenileşimcilerin iç yapısını, inançlarını, ilişkilerini , düşünce modellerini, karekterlerini, başka arge merkezlerine bakış açısını incelemek ve kurum kültür yapısını iyi araştırmak gerekir.

Ürün geliştirme şirketin mevcut teknoloji kapasitesindeki problemleri çözme ve müşteri taleplerine göre mevcut üründe boyutsal değişikliklerdir.Bu aşamada ki yenileşim stratejisi mevcut ürün ve teknoloji ömrünü uzatmaktan başka amacı yoktur.Ürün ve teknoloji ömrünü tamamladığında PARADİGMA kaymasına yol açar.
Şirket üst yönetim finansal kaygılar ile mevcut teknoloji ve ürünü koruma çabaları yetersiz kalır ise şirket krize girer. Yatırımdan kaçınma veya geleceğin planlanamaması ,risk den kaçma şirket için OLAĞANÜSTÜ bir döneme sokar.Yenileşimi doğuran güç bu kriz aşamasında hareke geçer. Çince kriz kelimesinin içinde olan tehdit ve fırsat bu paradoksun sonucudur.Yenileşim dönüşümü şirketin kültüründe ki sosyo-psikolojik reflekslere bağlıdır. Yoksa CEO nun dehasından kaynaklanmaz.Bu sırada yaşanılan yaratıcı gerilim ürün ve süreç yenileşimin fikirlerini ortaya çıkarır.Ani yenileşimci fikirler şirket üst yönetiminde yenileşim stratejilerini yaratır.Burada ki çıkış noktası arge deneyleri ve bilgi alışverişi değil mevcut İŞ PARADİGMASI eksen kaymasıdır.Bu esnek düşünme formel mantık ölçülerini aşar.Bilindışı-subliminal yazarı leonard mlodinov göre yeni bilinçdışı kavramı bize evrimin bir armağınıdır ve bir tür olarak hayatta kalmanın önemli bir rolü vardır- zihinsel yaratıcılığın kaynağı olup,bilgi ve deneyim taşıyan 100 000 000 000 nöron arasında bağlantı kurmanın  kişisel odaklanma ve tutku gibi duygusal zeka bileşeni vardır.Yenileşimcilerin  gücü paradigma eksen kayması -değişim değil-sürecindeki bilgi üretiminden kaynaklanır.Bugüne kadar sahip olduğumuz know-how zaten yenileşime karşıdır. Yenileşim atölyelerinde çalışan , farkı bilgi ,yaş,uzmanlık seviyelerinden meydana gelen yenileşimci insanların kültürü bilgi paylaşımını kolaylaştırır." i-lab" yenileşim atölyelerinin arge merkezlerinde farklı olmasının nedeni de bu paradoks kültüründen kaynaklanır. Arge teknik bir ekip iken yenileşim atölyesi pazarlama, üretim, arge, finans, müşteri ve tedarik temsilcileri, bilim adamları, doktora öğrencilerinden oluşan " özgür fikirlerin" buluştuğu bilimsel ortamdır.Platon un geometri bilmeyen giremez dediği akademiler artık şirketlerin kendi bilgi üretim merkezleridir.Arge merkezi olan her şirket,aslında bir üniversitedir.Bu arge merkezleri zamanla sabancı holding in SUNUM gibi nanoteknoloji arge merkezlerini dönüşerek bilgiyi üretecektir.SUNUM lar ne bir üniversite ne de bir şirketdir.İnovasyon ekonomisinin temel taşlarıdır.
         cahit günaydın
www.cahitgunaydin.com

inovasyon paradigması-3

Mühendis bilimi tekniğe indirger.Farklı uzmanlık alanlarında alınan bilimsel eğitim zamanla güncelliğini yitirdiği gibi hafızalardan da çalışma hayatına bağlı olarak silinir.
İş hayatına girince organizasyonun size verdiği görev ve pozisyonla öğrenmeniz gereken konular farklılaşır.
kalite mühendisliği işim olunca  six sigma,yalın üretim , kaizen gibi teknik sistemleri çok sayıda firmada uyguladım. EDWARD DEMİNG , ISHIKAWA , JURAN,FEINGENBEUM bizim kalite gurularımızdı.

Yönetim danışmanlığı alanına girince bir felsefe prof. olan Peter Drucker dan Peter Senge ye bir çok yönetim gurusu idi zihinsel kayanğımız...MBA yaparak işletme yönetim konusunda işletme prof.larında ders aldım. Ama inovasyon konusunda gelince nasıl düşünüyoruz sorusunun yanıtını vercek bir iş ve kalite gurusu yoktu.

BİLİM FELSEFESİ sınırlarında zihnisel olarak dolaşırken , İNOVASYON PARADİGMASI na geldim. Beni zihnen besleyecek kaynak bilim felsefe filozofları idi.Artık bilim felsefesine giriş yapmak gerekiyordu .
Nerden başladım derseniz
Carnap ve İstanbul Üniversitesine gelen Hans Reichhenbach ın bilimsel felsefenin doğuşunu okudum.MANTIKSAL POZİTİVİZM in bilimsel anlam, doğrulanabilirlik ilkesi, tümevarım ile metafizik tortuları bilimden temizleme tezleri ilgimi çekti.
KARL POPPER eleştirel RASYONALİZM ile yanlışlanabilirlik ilkesi ve almanyada en çok okunan kitabı hayat problem çözmektiri okudum.
THOMAS KUHN bilimsel devrimlerin yapısı ile hem mantıksal pozitivizme hem eleştirel rasyonalizm e karşı geliştirdiği PARADİGMA değişimi tezi ile bir zihinsel sıçrama yapması bilim felsefesine rölativizm getirmişti. WİTTGENSTEİN ın dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır sözü ve PAUL FEYERANBEND in dadacı bilim yaklaşımı bilim felsefesinin 21.yy da CERN de ki higg parçacığının aranmasının temel zihinsel kaynağı olacağını  gösteriyor. EDWARD WİTTEN in M TEORİSİ nde standart modelin 5 farklı modelini nasıl matematik formülünde birleştiriyor ise imre lakatos popper ve kuhn u sofistike olarak bilimsel araştırma programınıa indirgiyordu.
1977 nobel kimya ödül sahibi İLYA PRIGOGİNE VE filozof  İSABELLE STRENGERS  ortak yazdığı bir eser olan "yeni ittifak" LA NOUVELLE ALLİANCE bilim felsefesinde sembolik bir örnektir. 

biyoteknoloji, genmühendisliği, molekülerbiyoloji, nanoteknoloji fizik kaynaklı felsefeden kimya ,biyoloji kaynaklı  bilim felsefesine yeni tezler,teoriler getirmektedir.

DÜŞÜNCENİN beyinle ilişkisi nedir ? sorusu bilim felsefesine girmiştir.

Bonjure la nouvelle alliance derken tarihsel bir epistemoloji kuran GASTON BACHELARD alman,amerikan,ingiliz bilim felsefecilerine sorbonne imgelem teorisi ile tanıştırdı.YENİ BİLİMSEL ANLAYIŞ adlı kitabı 20 yy matematik ve fizik bilimlerinde temel yenilik üzerine bir düşünmedir."Gerçek asla inanabileceğimiz  bir şey değildir,o daima düşünmemiz gereken bir şeydir .bilim felsefe yaratır "der Gaston Bachelard.
İnovasyon ekonomisinin tüm araştırmacıları ve düşünürleri "bilim felsefesi"nde soru sormaya başlıyor.Bilim insanlığa nasıl hizmet eder? Siz de bilim ile soru sormaya başlıyorsanız BİLİM FELSEFESİ ile ilgilenmeye başladınız demektir. İlgi varsa "bilgi"niz olur.Bilginiz var ise fikriniz olur.Fikriniz var ise yazacak bir bloĞunuz.


        cahit günaydın
www.cahitgunaydin.com

bilimsel yöntem nedir?

Bilgi Edinmede Bilimsel Yöntem nedir?











 1) Kendi gozlem ve tecrubelerine dayanarak,
 2) Guvenilir kisilerden (genellikle yasca daha buyuk veya toplumda konum olarak daha yuksek kisilerden) aktarilan tecrubelere dayanarak,
 3) Bilincli bir bilgi edinme yontemi kullanarak (gunumuzde bilim) bilgi edinir.
Kisinin dunya gorusu, kafa yapisi, dusunce bicimi, aliskanliklari ve kisiligi buyuk olcude yetisilen cevre tarafindan bicimlendirilir ve aile buyuklerinden, icinde yasanilan toplumdan, cevreden, arkadaslardan, ogretmenlerden, yasca buyuk ve konum olarak ustte bulunan kisilerden, otorite sembollerinden, dini karakterlerden, kisacasi guvenilen kisilerden edinilen bilgilere dayanarak olusturulur.Kisinin kendi gozlem ve tecrubelerinden edinecegi bilgilerin bile yasanilan toplumdan ve daha once yasamis kisilerin bulgularindan etkilenecegi goz onune alinirsa, eger bilincli bir bilgi edinme yontemi kullanilmiyorsa, edinilen bilgilerin hemen hemen her zaman disaridan hazir alinan ve bilincli bir sekilde dogrulanmayan bilgiler olacagi rahatca gorulebilir.Bu disaridan hazir alinan ve dogrulanmayan bilgilerin (dogmatik bilgiler) kaynaklari kucuklukten beri duyulan ogutler, sohbetler sonucu ortaya cikan bilincsiz ogrenmeler, baskalarinin basindan gecmis oldugu soylenen olaylara dair hikayeler, zaman zaman atasozleri ve efsaneler, diger zamanlarda ise gunluk yasamda erisilen yazili kaynaklardan okuyarak edinilen bilgiler olur.
Ortalama insan genellikle edindigi bilginin guvenilirligini sorgulama ihtiyaci hemen hemen hic duymaz ve sorguladigi zaman da yontem olarak cogu kez deneme yanilmayi veya yine guvenilen kisilerin onayini kullanir. Gunluk hayatta karsilasilan ve dolayisiyla tipik “deneme-yanilma” ile test edilebilecek bilgilerin dogrulanmasi bu sayede mumkun olurken, diger daha teorik ve icinde yasadigimiz dunyayi ve toplumu aslinda daha derinden etkileyen prensiplere ait bilgiler ise cogu kez dogmatik bilgi olarak kalmaya devam eder.
Yazili kaynaklardan edinilen bilgilerde bile, cogu kez okudugumuz kaynaklarin neler olacagi dahi daha onceki birikimimiz ve cevremiz tarafindan belirleneceginden, bilgi edinmedeki sozkonusu zinciri kirma konusunda bunun da fazla bir etkisi olacagi soylenemez.
Oyleyse, eger yasadigimiz dunyayla ilgili guvenilir bilgi edinmek istiyorsak, bilincli ve kontrollu bir bilgi edinme surecine ihtiyacimiz var demektir.
Guvenilir bilgi edinmek neden kritiktir?
Bu nokta gunluk hayatta genellikle gozardi edilen bir gercek ile baglantili, ve o da insanoglunun gucunun ve basarisinin kaynagina dair degerlendirmelerle cok yakindan iliskili.
Insanoglu bu gezegende yasayan en guclu varlik ve bu gucunu cevresini kontrol edebilmesine, degistirebilmesine, doganin sagladigi imkanlari kendi lehine kullanabilmesine (alet yapmak, ates yapmak, tarim yapmak gibi), diger canlilari kolelestirebilmesine (evcil hayvanlar), vs. borclu. Yani teknolojiye.
Teknoloji bilginin yarar saglayacak sekilde kullanilmasi demek. Bugun de hala teknolojide daha ileri ulkeler digerlerinden daha guclu ve daha iyi kosullarda yasiyorlar.
Peki bir toplumun “ileri” ya da “gelismis” olmasi sadece bu mu demek? Yani gelismis ve gelismemis dedigimiz toplumlar arasindaki temel farklar nelerdir?
Bunu anlamak icin gelismislikten ne kasdettigimizi tanimlamak gerekiyor. Bu yazida gelismislikten sunu kastediyoruz: Bir toplumun bireylerinin ihtiyaclarini karsilayabilme basarisi, toplum genelinde saglayabildigi adalet ve ozgurluk duzeyi, yeni fikir ve denemelere toplumun gosterebildigi tolerans duzeyi ve icinde yasadigimiz evreni daha iyi anlamaya ve gelecekte daha iyi yasamaya imkan verecek gelismeleri kaydetme potansiyeli.
Bu tanimdan gorulecegi gibi saydiklarimizin bir kismi teknoloji ile, bir kismi ise insani degerler, ahlak, bilgelik ve erdemle igili. Fakat tamami, dogrudan veya dolayli olarak yasadigimiz dunyayla ve evrenle ilgili sahip oldugumuz bilgiler ile ilgili.
Teknoloji, dunyaya iliskin sahip oldugumuz bilgiyle ilgili. Teknoloji bilginin faydali alanlara uygulanmasi demek olduguna gore, once o bilgiye sahip olmayi, o bilgiyi edinme becerisini gerektiren bir ugras.
Ahlak, bilgelik, erdem, vs, ise hayatta kendimize edindigimiz amacla, bu evrenin ozel bir maksatla kurulup kurulmadigiyla ve varligimizin bizden bu konularda birtakim davranislar ve ozveriler gerektirip gerektirmedigiyle, toplum olarak, tum bireylerin daha iyi yasamasi icin nelerin gerektigiyle, insan ve toplum davranislarini duzenleyen faktorler, prensipler ve ilkelerle, yani yine icinde yasadigimiz evrene ait bilgilerle ilgili.
Kisacasi, toplumun gelismisligi icin, daha iyi yasamak icin, daha guclu olmak icin ve bu dunyanin sirlarini cozmek icin, kisacasi hemen hemen her sey icin “bilgi” gerekiyor. Tabi burada kastedilen bilgi “dogru” bilgi, “guvenilir” bilgi. Evrene ait dogru zannettigimiz fakat bizi yaniltan yanlis bilgiler veya yetersiz bilgi, yukarida sozunu ettigimiz cesitli alanlarda bizi yanilgiya ve yanlis yapmaya, dolayisiyla da basarisizliga itiyor.
Daha dogru ve gecerli olan, ve bu dunyayi daha iyi tasvir eden bilgilere, ve bu tur bilgileri daha guvenilir sekilde edinme imkanina sahip olanlar her acidan digerlerine gore daha avantajli oluyorlar.
Oyleyse, kontrollu ve guvenilir bir bilgi edinme yontemine ihtiyac duydugumuz asikardir. Insanoglunun gelistirmis oldugu ilk ve simdilik tek “kontrollu” bilgi edinme yontemi ise bilimdir. Cunku bilgileri “dogrulama” ve “kanitlama” kaygisiyla edinen tek bilgi edinme yontemi bilim. Ayrica kendi teorilerine saldiran, onlarda aciklar yakalayip curutmeye ve degistirmeye ugrasan tek bilgi edinme yontemi de bilim.
Dini bilgiler, efsaneler, anekdotlar, gelenekler, aliskanliklar, hayatta ilk tanistigimiz ve bize bildigimiz her seyi ogreten yakin cevremizden (aile, ogretmen, arkadas, buyukler, vs.) edindigimiz bilgiler, yani sorgulamadan “guvendigimiz” kisilerden ve kaynaklardan edinilen bilgilerin tumu ise dogrulanmadan edinilmis, “dogmatik” bilgiler. Ve dolayisiyla yanlis olma, gecersiz veya eksik olma olasiliklari yuksek olan bilgiler.
Bu noktada birtakim okuyucularin zihninde cesitli supheler ve itirazlar belirebilir. Neden bilimsel bilgiye o kadar kayitsiz sartsiz guvenebilecegimiz ve neden diger bilgilerden o kadar suphe etmemiz gerektigiyle ilgili olarak. Bunu cozmek icin bilimin yonteminin ne oldugu, bilginin teorik sinirlarini, bilginin guvenilirliginin ne demek oldugunu ve bilginin nasil dogrulanabilecegini tartismamiz gerekiyor.

Ludwig Josef Johann Wittgenstein bilim felsefesine katkısı

  • Wittgenstein bir bilim felsefecisi olmamasina ragmen, 20. yuzyilin bilim felsefesi tartismalarina onemli katkisi olan bir dusunurdur.
    Ikinci donem Wittgenstein'in dil kavramsali birincisinden tamamen farklidir artik.
     Insanlarin icinde yasadiklari dunyayi, ancak o dunyayi anlamli hale getiren bir dil dolayimindan gecirerek taniyabilecekleri icin, dili dogru anlayabilmenin yolunun onu olusturan kelimelerin "ne anlama geldigini" degil, onlarin "nasil kullnildigini" anlamaya calismaktan gectigini savunur.
    Kitabin konusunu olusturan "dil oyunlari"nin ne oldugunu aciklarken Wittgenstein, daha cok dilin nasil ogrenildigi, yahut ogretildigi uzerinde durur. 
    Wittgenstein, dil oyununu "icice gecmis dil ve eylemlerden olusan butun" olarak tanimlamaktadir. 
    Bir hareketin, davranisin anlami gibi, kelimenin, cumlenin yahut isaretin anlami da karsilik geldigi gerceklikten degil, ogesi oldugu yahut icinde yer aldigi sistemdeki konumundan kaynaklanmaktadir.
    Ikinci Wittgenstein, dili dunyanin bir resmi olarak degil, tam tersi dunyanin kendisi araciligiyla anlasildigi bir arac olarak gormeye baslamistir.
     Yani dil, belirli yasam bicimleri sonunda ortaya cikan uylasimlarla icice olusmaktadir ve ancak o yasam bicimleriyle beraber dusunuldugunde bir anlam ifade etmektedir.

  • Felsefi hastalığın ana nedeni-tek yanlı bir diyet:insanın düşüncesini yalnızca tek bir örnekle beslemesi.
  • Düşünmeye bir sınır çizmek için,bu sınırın iki yanınıda düşünebilmemiz gerekirdi (yani düşünülmeye elvermeyeni düşünebilmemiz gerekirdi.)
Sınır,öyleyse,yalnızca dilin içinde çizilebilecektir ve sınırın ötesinde kalan düpedüz saçma olacaktır.
  • Ad vermek, bir şeye etiket iliştirmekten farksızdır.
  • Ancak kendinde devrim yapabilen devrimci olabilir.
  • Başkalarına, senin için ifade ettiğinden daha fazla bir şey ifade edemez. Sana neye mal olmuşsa, onlar da o kadar ödeyecekler.
  • Başkalarının derinlikleriyle oynama.
  • Ben her nesneyle nesnel olarak karşılaşır, ama ben'le karşılaşmaz.
  • Bir sözcüğün anlamı, onun dil içindeki kullanımıdır.
  • Bir insan kilitli olmayan, ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir
  • Dil dünyayı resmeder.
  • Dünya, nesnelerin değil olguların toplamıdır.
  • Dilimin sınırları,

  •  dünyamın sınırlarıdır.

  • Demokrasi insanları sayar, halbuki onları tartmak gerekir.
  • Dünyadaki başka insanların bana dünya hakkında söyledikleri, benim dünya deneyimimin çok küçük ve önemsiz bir kısmıdır.
  • Eğer bir aslan konuşabilseydi, onu anlayamazdık.
  • Eğer insanlar hiç salakça şeyler yapmasaydı, akıllıca işler yapılamazdı.
  • Eğer doğruyu söylemek işimize yaramıyorsa neden doğruyu söyleyelim ki?
  • Felsefenin amacı nedir? Şişeye düşen sineğe çıkış yolunu göstermektir.
  • Felsefenin amacı felsefeyi yok etmektir.
  • Felsefede ben'den, psikolojik olmayan anlamda söz edilebilecek ve edilmesi gereken bir yol vardır.
  • Hakkında konuşamayacağımız şeylerde sessiz kalmamız gerekir.
  • Kolum yukarı kalkar olgusunu kolumu yukarı kaldırırım olgusundan çıkarırsak geriye ne kalır? İnsan kalır.
  • Mantığın tüm önermeleri totolojinin genellemeleridir ve totolojinin tüm genellemeleri mantığın önermeleridir, bunlardan başka mantıksal önerme yoktur.
  • Neden buradayız bilmiyorum, ama eğlenmemiz için olmadığı kesin.
  • Şişenin içinden dışarı çıkmak isteyen ama sürekli cama toslayarak, sersemleyen sineğe:
    ...dışarısını görebilirsin...bunu anlıyorum, ama asla dışarı çıkamazsın! ..sen cama toslamaya mahkumsun!
  • Tarihin benimle ne işi var? benimki ilk ve tek dünya.

felsefe prof.PETER DRUCKER

Peter Drucker, Frankfurt Üniversitesi’nde okudu. 

Keynes ve Schumpeter’den ders aldı. 
  Vermont’ta Bennington Koleji’nde  felsefe profesörü olarak ders verdi. 
 1945’te General Motors’u inceledi ve sonucunda 1950’de “İşletme Kavramı”başlıklı çığır açan kitabı basıldı. En önemli metni “Yönetim Uygulaması” 1954’te yayımlandı. Bu çalışmasında işletmeleri masaya yatırdı. 
21 yıl boyunca New York Üniversite’sinde hocalık yaptı. 1975’ten itibaren 20 yıl Wall Street Journal’da aylık köşe yazarlığı yaptı.Claremont Üniversitesinde Yüksek Lisans öğrencilerine “İşletmede Drucker” dersi veren Joseph A. Maciariello, Drucker için,
“Daireler halinde düşünürdü” diyor.
Dehasının bir kısmı bağlantısız görünen öğretiler arasında ortak kalıplar bulabilmesinden kaynaklanıyor. Drucker’in yazdığı kitaplar akademik kaynak olarak kullanılmadı. 
Akademik çevrelerin üretitiği gerekçe 
lineer olmayan bir yaklaşımı olması ve 
çalışmalarının ölçümlere dayanan araştırmalar içermemesi diye özetlenebilir. 
Tipik yönetim danışmanı kalıbına hiçbir zaman uymadı. 
Ev-ofisinden çalışırdı ve asla bir sekreteri olmadı. Telefonlarını hep kendi açardı.
ABD Başkanı George W. Bush 2002 yılında Drucker’a Başkanlık Özgürlük Madalyası verdi. Buraya kadar Drucker’ın bilinen hayat hikâyesi, bundan sonrası hayat hikâyesinin yönetim bilimindeki izdüşümü:
1940’larda, organizasyonların temel prensiplerinden olan, sorumluluğun dağıtılması fikrini ilk o tanıttı.
1950’lerde işçilerin yok edilmesi gereken mükellefiyetler değil, değerler olduğunu ilk o dile getirdi. Şirketin sadece kar makinesi değil, çalışana güven ve saygı üzerine kurulu bir insan topluluğu olduğu görüşünü üretti İlk kez o, yeni pazarlama kafa yapısında basit bir kavram olan “müşterisiz iş yoktur”u açıklığa kavuşturdu.
1960’larda, içeriğin önemine değindi.
1970’lerde, bilginin Yeni Ekonominin asıl sermayesi olduğunu yazan yine Drucker oldu.
1980’lerde kapitalizim ve iş dünyası hakkında ciddi şüpheler edinmeye başladı. İşletmelerin toplumların yaratılması için ideal yer olmaktan çıktığını, bireysel çıkarların eşitlikçi prensiplere karşısında her zaman galip geldiği bir yer olduğunu söylüyordu.
 Amerikan iş dünyasının en önemli eleştirmenlerinden biri oldu. 
Yöneticiler imparatorluk kurmakla uğraşırken fazla personel ve etkisiz bir sürü asistanların oluşuna karşı çıktı. 
Onu en çok kızdıran işletmelerin işten çıkarmalarda elde ettikleri büyük kazançlardı: “Bu ahlaki ve sosyal olarak affedilemez. 
Bunun için çok büyük bedel ödeyeceğiz.”
Drucker, 1980’lerde yoğun olarak yaşanan ve yasal dayanakları zayıf olduğu için eleştirilen satın almalar, birleşmeler ve benzeri operasyonlar kapitalizminin son hatası olarak görüyordu: 
“Serbest pazara inansam da, kapitalizm hakkında ciddi şüphelerim var.”
Herkesin hoşlanmadığı çıkışlar yapmaya bayılıyordu, örneğin; 1984’te bir tepe yöneticinin en düşük maaş alan işçinin 20 katından fazla maaş almasının doğru olmayacağını ilan etti. 
Drucker, kapitalizm aç gözlülüğü performans kadar hızlı ödüllendirdiğini savunurken, onun bu eleştirilerindinden hoşlanmayan ve giderek sayıları artan bir danışmanlar topluluğu oluştu. 
Drucker’ın zamanının da modasının da geçtiğini söylemeye başladılar. 
Birçoğu pazarlama fantastiği yeni nesil gurular türedi. Popüler kitaplar yayınladılar, konuşma turlarına çıkıp zengin oldular. Yeni nesil yönetim guruları Drucker’ı gölgede bırakır oldu. 
Drucker ilerleyen yıllarda dikkatini ve çalışmalarını kar amacı gütmeyen işletmelere yönlendirdi.
Bugün bildiğimiz yönetim uygulamalarının çoğunluğu Peter Drucker’ın düşüncelerinden türetildi. 
Kişileri ve kurumları yönetmenin karmaşıklıklarla dolu olduğunu söylüyordu. 
Yöneticilere iyi çalışanı tutmanın önemini, sorunlara değil imkânlara odaklanmak gerektiğini, müşterinizle masanın aynı tarafında oturmayı, rekabet avantajlarını anlama ihtiyacını ve bunları yenilemeye devam etmeyi öğretti.

BİLİM FELSEFESİ NE GİRİŞ


Bi­lin­di­ği üze­re, Ba­tı’da ger­çek­le­şen “Bi­lim­sel Dev­rim” sü­re­ciy­le baş­la­yıp yir­min­ci yüz­yı­lın ilk çey­re­ği­ne ka­dar ge­çen sü­re için­de, ev­re­nin iş­le­yi­şi­nin ak­lî te­mel­le­ri­ne ula­şıl­dı­ğı ge­nel ka­bul gö­ren bir dü­şün­cey­di. 


Ev­ren, bu sü­re için­de ye­ni bir an­lam ka­zan­mış ve­ya an­la­şı­la­bi­lir­li­ğe ka­vuş­muş ve her za­man­kin­den da­ha faz­la eri­şi­le­bi­lir bir hal al­mış­tı. An­cak, bu du­rum çok uzun sür­me­di ve yir­min­ci yüz­yı­lın ilk dö­nem­le­rin­den iti­ba­ren, hem eş­ya­nın do­ğa­sı hem de bi­zim onu kav­ra­ma gü­cü­müz hak­kın­da­ki bu ge­le­nek­sel dü­şün­me bi­çi­mi­nin al­tı­nı oya­cak bir di­zi ge­liş­me or­ta­ya çık­ma­ya baş­la­dı. 


Kı­sa­ca ifa­de edi­lir­se, za­man ve me­kân ya da mad­de ve ener­ji hak­kın­da­ki en te­mel ka­bul­le­ri­mi­zi teh­dit eden Gö­re­li­lik Ku­ra­mı’nın Eins­te­in ta­ra­fın­dan or­ta­ya ko­nul­ma­sı; Rus­sell’ın ma­te­ma­ti­ğin te­mel­le­ri­ni sar­sa­cak teo­rik pa­ra­doks­lar di­zi­si­ni keş­fet­me­si; Fre­ud’cu psi­ko­lo­ji­nin ras­yo­nel bi­lin­cin te­mel­le­ri­ni ir­ras­yo­nel bi­linç­dı­şı ok­ya­nu­sun­da bir ada­cı­ğa in­dir­ge­me­si; Gö­del’in ma­te­ma­tik­sel sis­tem­ler için­de doğ­ru­luk­la­rı is­pat­la­na­ma­yan doğ­ru yar­gı­la­rın var­lı­ğı­na da­ir öne sür­dü­ğü ek­sik­lik ka­nı­tı; Ku­an­tum Me­ka­ni­ği’nin fi­zik­sel ger­çek­li­ğin be­lir­siz ka­rak­te­ri­ni or­ta­ya çı­ka­ra­rak göz­lem­le­nen ger­çek­li­ğin bi­linç­li göz­lem­ci ta­ra­fın­dan ye­ni­den ku­rul­du­ğu­nu gös­ter­me­si; Witt­gens­te­in’ın ras­yo­na­li­te­nin ev­ren­sel stan­dart­la­rı­nı ge­çer­siz kı­la­cak olan bir dil oyun­la­rı di­zi­si­nin var­lı­ğı­nı yap­tı­ğı dil ana­liz­le­ri yo­luy­la açı­ğa çı­kar­ma­sı ve ras­yo­na­li­te­nin an­tro­po­lo­jik te­mel­le­ri­nin ya­pı­lan kül­tür ça­lış­ma­la­rıy­la sar­sıl­ma­sı bu ge­liş­me­le­rin en be­lir­gin­le­ri ola­rak sı­ra­la­na­bi­lir.
Tüm bun­la­rın ya­nın­da, 1950 son­ra­sı dö­nem­den iti­ba­ren tar­tış­ma­lar bi­lim fel­se­fe­si­ni de et­ki­le­di ve Tho­mas S. Kuhn ile Pa­ul Fe­ye­ra­bend gi­bi bi­lim fel­se­fe­ci­le­ri, bi­li­min bi­za­ti­hi ken­di­si­nin ras­yo­nel­li­ği­ne sal­dı­ra­rak, onu key­fi­lik­le ve ir­ras­yo­nel ol­mak­la suç­la­dı­lar.


Kuhn (1922-1996), ilk de­fa 1962’de ya­yım­la­dı­ğı The Struc­tu­re of Sci­en­ti­fic Re­vo­lu­ti­ons (Bi­lim­sel Dev­rim­le­rin Ya­pı­sı) ad­lı eser­le bu dü­şün­ce­le­ri­ni sis­te­ma­tik bir şe­kil­de or­ta­ya koy­du.
Kuhn’u mer­ke­ze ala­rak, bi­lim fel­se­fe­sin­de mey­da­na ge­len bu ge­liş­me ve de­ğiş­me­le­rİN ETKİSİ bi­li­min ras­yo­nel ve iler­le­me­ci ol­du­ğu şek­lin­de­ki an­la­yı­şın ve­ya bu bağ­lam­da yü­rü­tü­len tar­tış­ma­la­rın “bi­lim, so­nu iler­le­mey­le bi­ten tek en­te­lek­tü­el uğ­raş­tır” yar­gı­sın­dan tü­re­di­ği­ni be­lir­te­rek, il­gi­li yar­gı­nın Kla­sik Po­zi­ti­vist­ler (ve da­ha son­ra da Ye­ni Po­zi­ti­vist­ler) ta­ra­fın­dan or­ta­ya ko­nul­du­.

“Pe­ki ama sö­zü edi­len bu iler­le­me na­sıl ger­çek­le­şir?” so­ru­su et­ra­fın­da ise ras­yo­na­lizm ile rö­la­ti­vizm ve­ya nes­nel­lik ile gö­re­li­lik ek­se­nin­de bir tar­tış­ma­nın baş­la­dı­.

ras­yo­na­liz­me ve­ya nes­nel­li­ğe da­ir po­zi­ti­viz­min te­mel ar­gü­man­la­rı­nın ge­nel bir çer­çe­ve­si­ni sun­du.  “Me­ta­fi­zi­ğin elen­di­ği”, fel­se­fe­nin bi­li­me in­dir­gen­di­ği bu sü­reç­te, dö­ne­min önem­li tem­sil­ci­le­rin­den ha­re­ket­le bi­li­min na­sıl iler­le­me­ci bir an­la­yış içe­ri­sin­de ko­num­lan­dı­rılarak Kuhn ve Fe­ye­ra­bend gi­bi bi­lim fel­se­fe­ci­le­ri­nin bu an­la­yı­şa kar­şı gö­re­ce­li bir yak­la­şı­mı ge­liş­tir­dik­le­ri­ni ve bi­li­min gö­re­ce­li do­ğa­sı­nı tar­tış­ma­ya aç­tılar.

Kuhn’un öne­mi, be­nim­se­di­ği yak­la­şım iti­ba­riy­le bi­lim fel­se­fe­si­ni bi­lim ta­ri­hiy­le yüz­leş­tir­me­si­dir.


Bu yüz­leş­tir­me­yi sis­te­ma­tik ola­rak ger­çek­leş­tir­di­ği Bi­lim­sel Dev­rim­le­rin Ya­pı­sı ad­lı ça­lış­ma­sın­da yer alan bi­lim­sel dev­rimpa­ra­dig­mapa­ra­dig­ma de­ği­şi­mi ve öl­çü­le­mez­lik gi­bi te­mel kav­ram­lar, ken­di­sin­den son­ra uzun yıl­lar bo­yun­ca fel­se­fî tar­tış­ma­la­rın mer­ke­zin­de yer al­mış­tır.

Kuhn’a gö­re bi­lim üst dü­zey bir et­kin­lik­tir ve bi­li­min bi­ri­ki­me da­ya­lı ola­rak iler­le­di­ği fik­ri ar­tık de­ğiş­ti­ril­me­li­dir.

Ye­ni bi­lim an­la­yı­şı adıy­la or­ta­ya koy­du­ğu ça­lış­ma mo­de­lin­de, Kuhn bi­lim­sel ge­liş­me­nin şu aşa­ma­lar­dan oluş­tu­ğu­nu be­lir­tir: 
Ola­ğan bi­lim ön­ce­si dö­nem, 
ola­ğan bi­lim dö­ne­mi ve 
bi­lim­sel dev­rim.

Bun­la­rın için­de ola­ğan bi­lim ön­ce­si dö­ne­min her bi­lim da­lın­da yal­nız­ca bir kez ya­şan­dı­ğı­nı, bir an­lam­da bir ku­ram­sal çok­luk dö­ne­mi ol­du­ğu­nu ve bu ku­ram­la­rın bir­bir­le­riy­le ya­rış­tı­ğı­nı be­lir­ten Kuhn, za­man içe­ri­sin­de bu ku­ram­lar­dan bi­ri­nin di­ğer­le­ri­ne üs­tün ge­le­rek ba­şat ko­nu­ma geç­ti­ği­ni be­lirt­mek­te­dir. 

Ba­şat ko­nu­ma ge­çen ku­ram da, en az bir prob­le­mi çöz­mek­le, bü­tün bi­lim­sel et­kin­li­ği sı­nır­la­yan ve be­lir­le­yen bir ku­ram ya dapa­ra­dig­ma ha­li­ne ge­lir. Bu aşa­ma­dan son­ra baş­la­yan bi­lim yap­ma sü­re­ci de ola­ğan bi­lim dö­ne­mi adı­nı alır.

Kuhn, ola­ğan bi­lim ifa­de­si­ni, geç­miş­te ka­za­nıl­mış bir ya da da­ha faz­la bi­lim­sel ba­şa­rı üze­ri­ne sağ­lam ola­rak otur­tul­muş araş­tır­ma ve söz ko­nu­su ba­şa­rı­yı da, bel­li bir bi­lim çev­re­si­nin uy­gu­la­ma­nın sü­rek­li­li­ği­ni sağ­la­mak üze­re, bir sü­re için te­mel ka­bul et­ti­ği bi­lim­sel iler­le­me­ler an­la­mın­da kul­lan­mış­tır.

Kuhn’a gö­re ola­ğan bi­li­min, ye­ni ve ben­zer­siz ol­ma­sı ile ge­liş­me­le­re açık ol­ma­sı şek­lin­de iki te­mel özel­li­ği var­dır.


Bu iki özel­li­ği ta­şı­yan ba­şa­rı­la­ra pa­ra­dig­ma


 adı­nı ve­ren Kuhn, bir pa­ra­dig­ma­nın ku­rul­ma­sı 


sa­ye­sin­de da­ha ka­pa­lı ve uz­man­laş­mış araş­tır­ma 


ya­pı­la­bil­me­si­nin, her­han­gi bir bi­lim­sel da­lın 


ol­gun­laş­ma­sı­nın öl­çü­sü ol­du­ğu­nu ifa­de et­miş­tir.


Kuhn için bu­na­lım pa­ra­dig­ma de­ği­şi­mi­nin ön­ko­şu­lu­dur. Ona gö­re, ye­ni ku­ram ara­yış­la­rı­nın ne­de­ni var olan ku­ram içe­ri­sin­de bir ta­kım ay­kı­rı ör­nek­le­rin baş gös­ter­me­si­dir. 


Ay­kı­rı­lı­ğın far­kı­na va­rıl­ma­sıy­la bir­lik­te, ay­kı­rı­lık alı­şıl­mış bir ol­gu ha­li­ne ge­le­ne ka­dar, kav­ram­sal ka­te­go­ri­le­rin ayar­lan­dı­ğı bir dö­nem baş­lar. 


Bu sü­reç şöy­le iş­ler: ilk adım­da pa­ra­dig­ma be­lir­siz­le­şir ve ar­dın­dan ola­ğan bi­lim ku­ral­la­rı gev­şer. 


İkin­ci adım ise üç şe­kil­de so­nuç­la­na­bi­lir; 
ya so­nu­nun gel­di­ği dü­şü­nü­len pa­ra­dig­ma bu­na­lım ya­ra­tan so­ru­nu çöz­mek için ge­rek­li es­nek­li­ği gös­ter­me­yi ba­şa­rır,
 ya bu­na­lım ya­ra­tan so­run son de­re­ce kök­ten­ci ye­ni yak­la­şım­la­ra bi­le di­ren­me­ye de­vam eder, 
ya da bu­na­lım ye­ni bir pa­ra­dig­ma ada­yı­nın or­ta­ya çık­ma­sı ve bu­nun ka­bu­lü­ne iliş­kin son bir mü­ca­de­le ile so­na erer.


 Kuhn bu­na ola­ğan bi­lim­sel et­kin­li­ğin çö­kü­şü an­la­mı­na ge­len dev­rim de­mek­te­dir.


 Dev­rim yo­luy­la sü­rek­li ola­rak bir pa­ra­dig­ma­dan di­ğe­ri­ne ge­çi­şi de ol­gun bi­li­min alı­şıl­mış ge­li­şim çiz­gi­si di­ye ka­bul et­mek­te­dir. Ona gö­re, bi­lim­sel dev­rim­ler, bi­ri­kim­ci ol­ma­yan an­cak ge­li­şim­ci bir sü­re­cin par­ça­sı­dır­lar.


 Do­la­yı­sıy­la, art ar­da ge­len bi­lim­sel ku­ram­la­rın bir­bir­le­ri­ni bir man­tık sil­si­le­si ha­lin­de içer­dik­le­ri dü­şün­ce­si doğ­ru de­ğil­dir. Bir ku­ram dev­rim­sel bir bi­çim­de di­ğe­ri­nin ye­ri­ni alır. 


Son­ra­ki ku­ram bir ön­ce­ki ku­ra­ma gö­re prob­lem­le­ri da­ha ay­rın­tı­lı ve ba­şa­rı­lı bir bi­çim­de çö­züm­ler ve bu an­lam­da bir ge­liş­me söz ko­nu­su­dur. 


Ye­ni pa­ra­dig­ma ile bü­tün ol­gu­lar ye­ni bir an­lam ka­za­nır ve ön­ce­ki pa­ra­dig­ma­nın çö­züm­le­ye­me­di­ği anor­mal du­rum­lar nor­mal bi­li­min do­ğal bir par­ça­sı ha­li­ne ge­lir­ler.


Dün­ya gö­rüş­le­ri de­ği­şik ol­du­ğun­dan ye­ni ve es­ki pa­ra­dig­ma­la­rı ölç­mek, de­ğer­len­dir­mek söz ko­nu­su bi­le de­ğil­dir. 


Pa­ra­dig­ma­nın de­ğiş­me­siy­le bir­lik­te dün­ya gö­rü­şü de de­ğiş­mek­te­dir.


Bun­dan do­la­yı pa­ra­dig­ma de­ği­şik­li­ği bi­lim adam­la­rı­nın araş­tır­ma ile bağ­lan­mış ol­duk­la­rı dün­ya­yı fark­lı şe­kil­de gör­me­le­ri­ne ne­den olur.