belirsizlik ilkesi

Bu iki sistem de kendi alanlarında Newton Mekaniği’nin yerini almakla kalmayıp, insan düşünce ve tasarım gücüne daha geniş ilerleme ufukları açmışlardır.
Klâ sik fiziğin, yerini modern fiziğe bırakmasıyla, Determinizm yıkılmış oldu. Heisenberg’in “Belirsizlik İlkesi”, determinist nedenselliği geçersiz kılarak yerine indeterminizm kuramını koymuştur.
Bu yeni tutum kuşkusuz, bilime güvensizlik anlamına alınamaz. Daha çok kesinlikçi (mutlak) bilginin yerine göreli (ilişkin) bilginin geçtiğini b elirtir.
Bu iki yeni görüşün etkisi altında, Bilim Felsefesi ve Bilim, kesinlikçi tutumu bırakmış ve eleştirel bir tutumu benimsemişlerdir.
Çağımız Bilim Felsefesinde iki büyük ekol öne çıkmıştır. Bir tanesi Viyana Çevresi diye adlandırılan, Wittgenstein, Mach, Reichenbach, Carnap gibi kişilerin önermeleri ile ifade bulan ve kendilerine Mantıkçı Olgucular diyen Neopozitivist görüştür.
Bir diğeri de K.Popper’in öncülüğünü yaptığı Eleştirel Rasyonalist görüştür.
İki sistem de, evrende olan biteni, kendi görüşleri doğrultusunda yeniden yorumlamış ve açıklamıştır.
Sonuç olarak:
Bilim ve felsefenin tarih sahnesindeki gelişim ve dönüşümünün bu en ilginç döneminde, yani günümüzde; aydınlanmış çevrelerde, artık dogmaların doğruluğu ve geçerliliği tartışmasız yadsınmaktadır.
Bunun yanında dogmatik yapılara yol açacak felsefi ve bilimsel tutumlardan, eş deyişle metafizik sonuçlara varmaktan da özenle kaçınılmaktadır.
Ancak tüm bunlara karşın, her ekolün kendi çalışma biçimini doğru kabul edip, diğerlerinin metafiziğe düştükleri savları da gözden kaçırılmamalıdır.
Bütün bu ayrılıkçı görüşleri birleştirmek yolunda da çeşitli sistemler geliştirilmektedir. Bunlar içinde eko sistem görüşü en yaygın olanıdır.
Bu görüş insanın, doğayı kendi için kılarken bozabildiğini ve kendi yaşamını diğer unsurlarla birlikte tehlikeye sokabildiğini söyleyerek, yaşamın, insan ve doğa bütünlüğü içinde ele alınması gerektiğini önermektedir.
Bu anlayış, bilim ve bilim felsefesini de etkilemiş ve bilimsel praksis tartışmalarına neden olmuştu r.
Bu tartışmaların temelini çağdaş bilgi kuramlarında öne sürülen “öznenin seçme hakkını kullanma yönünde, özneden bağımsız bir nesnel bilgi kuramının kurulamayacağı” görüşü oluşturur.
Bu yeni durumda, bilim felsefesinin konusu içinde, bilim adamlarında ekolojik sorumluluk bilincini oluşturma yönünde yeniden felsefeye başvurulmaktadır.
Bilimsel bir söylem kullanırsak; Tüm yönleriyle temelinden çözümlenmeyi bekleyen bilimsel yöntemler, hiçte kendileri için değil, aksine, belli konulara ilişkin sorunların ele alınış biçimine bağlı araçlar olmaları bakımından çözümlenirler.
Bir başka deyişle, konu yani nesne, özneye doğrudan ve dolaysız olarak açık durmamaktadır. Özne hep konuya eş deyişle nesneye yönelmektedir. Demek ki özne, konusu karşısında belirli ilgiler ve bakış açıları ile donanmış olarak çıkmaktadır. Ve en önemlisi, ilgilerin ve bakış açılarının saptanması, öznenin sahip olduğu olanaklara göre gerçekleşmektedir. Öyle ki, bilimsel nesne karşısında öznenin kurucu bir rolü vardır. Buradan bakıldığında ele alınan konu karşısında soyut bir salt özne bulunmadığı, tersine bu öznenin, tarihsel ve toplumsal somutluğu içindeki insan olduğu görülür.
Görüldüğü gibi bilimsel tutum içine girmekle de yaşamla ilgili olguların, eleştirel biçimde ele alınmadan çözümlenmesi olanaklı değildir. Ancak bu sonuç bizim kesinlikle bilim dışı bir arayışa girmemizi gerektirmez. Sorunlarımızı bilimsellik doğrultusunda gidermeye uğraşmamız kaçınılmazdır.
Ele almamız gereken, olabildiğince, somut yaşam içinde, toplumsal ilişkilerin belirlenmesinde bilimsel tutumu egemen kılma çabasıdır.
Bu çaba, kesinlikçi bir bilim anlayışı ile değil, eleştirel ve tartışmalı bir bilimsellikle yapılmalıdır.
Çağdaş bilimsellik, kesinlik taşıyan sonuçlara ulaşma yerine, ilişkide geçerli, eleştiriye, değişme ve gelişmeye açık bir raporlaştırmalar sürecini benimser.
Toplumsal yaşam genelinde, bilim ve bilim felsefesi kendine özgü bir uzmanlaşma alanıdır. Bu durumda toplumun tüm bireylerini ilgilendirecek olanın daha çok bilimsel tutum olduğu söylenebi lir.
Tüm bunları aydınlanma çerçevesinde ele alacak olursak; Tarihsel süreçte, Antik Dönemde dogmalara karşı metafizik bir felsefenin kurulması, o dönem için aydınlanma niteliğini taşımaktaydı.
Yeniçağ için akılcı (rasyonalist) ve deneyci (ampirik) yaklaşımlar aydınlanmanın temeli olmuştur.
Günümüzde ise aydınlanmanın, bilimsel tutumu benimsemekle gerçekleşeceğini söylemek yerinde olur kanısındayım.
Somut yaşamda; eğitim, yönetim, ekonomi, insan ilişkileri ve hukuk gibi tüm olguları geliştirmekte bilimsel tutumu benimsetecek aydınlatma çalışmaları yapmak ve yaygınlaştırmak çağdaş insanın sorumluluğundadır.