"rational decision making

Human Issues in Production Planning ve Scheduling adlı bir 30 kişilik bir grup ve son 6 senedir buluşuyor Kuzey Avrupa da. Katılanlar OR, POM, Industrial Psycologist, Cognitive Scientist, Social Scientisler, ITler.

İlk konuşmacı felsefe ağırlıklı idi "rational decision making" çok geriler de kaldı ama hala ona inanları bulabilirsiniz dedi. Bunca sene EM eğitimi "rational DM" üzerine kurulmuştu sanırım. Benim "main motivation" bu konulara eğilmem için yönettiğim endüstri projelerin büyük bir kısmında uygulamalar çok başarılı olmadı veya başarı kısa sürdü.

Yani "modeller" geliştirip bu iş böyle çözülür demekle işler çözülmüyor.

İnsanı "external" bir faktör olarak görmektense onu da çözümün bir parçası yapmak lazım.

Endüstri Mühendiliği/OR açısından bu bizim modelleri değiştirmemizi/yeni modeller geliştirmemizi gerektiriyor.

Subjective karar verme endüstri deki gerçeğin parçası.

Royal Society'de bir "prize lecture"a gittim. 3 yılda bir düzenlenen "Medawar Lecture" bu sene fizikçiden-dönme-felsefeci Prof. Peter Lipton tarafından verildi.

Konuşmanın başlığı "The truth about science" idi ve içeriğini de görünce dedim ki kendime "zaten bir aydır yaptığım hiç bir deney çalışmadı, bakalım ben belki bir şeyleri atlamışımdır, gidip bir de şu meretin felsefesi üstüne bir crash-course göreyim".

Prof. Lipton sunuşuna -dinleyiciler içindeki felsefecilerin hayal kırıklığı belirten homurdanmaları içinde- konuşmasını deneysel çalışan biliminsanları için hazırladığını söyleyerek başladı.
 Buna neden olarak da biliminsanlarının "bilim felsefesi"nden hoşlanmamalarını ve dahası buna ayıracak zamanlarının olmamasını gösterdi. Biliminsanlarının bilim felsefesine zaman ayırmamak yanında felsefecilere de yardım etmek hevesinde olmadığını, hatta felsefecilerden hiç haz etmediklerini çünkü kısaca bilim felsefesinin "wrong, useless, pernicious" olduğunu düşündüklerini söyledi.
Bunların örneklerini verdikten sonra biliminsanlarına hak da verdi, çünkü onca biliminsanı felsefesini bilmeden bilim yapmaya, hem de iyi bilim yapmaya, devam ediyordu.

Bundan sonra bilimin ne yapmaya çalıştığı ile ilgili felsefecilerin üç modeli olduğundan bahsetti, oradan da Popper ve Kuhn'a geçti.

Bu iki felsefecinin tartışmaya katkılarını anlatırken, başkasından alıntı yaparak, ikisini de kirpiye benzetti (bu iki düşünür de tilki değilmiş (çünkü tilkinin pek çok numarası olurmuş) ama kirpiymişler, çünkü kirpinin bir ve yalnız bir -ama çok iyi- numarası varmış). Popper için "falsifiability" Kuhn için ise "exemplar mechanism"i özetleyip, neden biliminsanlarının birincisini sevip, ikinci görüşten hazzetmediklerini ve iki görüşün de zayıf yanlarını anlattı. Buraya kadar sanırım yarım saat geçmişti ki benim ­zaten zayıf ötesi olan- dikkatim dağıldı. Duvar süslerini inceledikten sonra konuşmaya geri geldiğimde teorilerimizden hiç bir zaman emin olamayacağımız ve pek çok teorimizin de zaman içinde değiştiğinden bahsediyordu, sonra ben bir süre de ön sıralarda oturan Royal Society üyelerini seyrettim, oradan da geri geldiğimde "approximate truth" "the dialogue between the possible and the actual" gibi şeylerden bahsedip, biliminsanlarının bilim felsefesi ile ilgilenerek kendileri ile ilgili, örneğin niye bilim yaptıkları gibi, şeyler öğrenebileceğini söyledi. Ve konuşmasını bilim felsefesinin, biliminsanlarına "bilimi nasıl daha iyi yapabileceklerinin" yanıtını vermeyeceğini, başka bir deyişle bilim felsefesi çalışarak bilimsel problemlerini çözemeyeceklerini, en iyi şeyin her zaman yaptıkları gibi devam etmek olduğunu söyledi. Ben de bunun üzerine, ne yalan söyleyeyim- derin bir nefes, bir de oh çektim.

Sorular kısmı geldiğinde Royal Society'nin önde oturan üyelerinden, sakin sakin fakat çok sert sorular geldi. Doktor olduğunu tahmin ettiğim bir tanesi, "biz tabi ki bilim felsefesinin 'utter rubbish' olduğunu düşünüyoruz, skepticisim'de bir yere kadar, Arşimet'in kaldıraç kanunlarının veya vücutta kan dolaşımı prensiplerinin suyumu çıktı?" dedi. Soru soran Royal Society üyesi olunca cevapta ona göre geldi tabi ki. Bir başkası, sanırım 300 yaşında kadar vardı, "bizim yaptığımız tanımlanmış koşullar altında 'approximation to truth' yapmaktır, bu metot bize şimdiye kadar çok iyi hizmet etti, ve hala da ediyor, bunun üstüne limon sıkmak niye ki?" dedi.
 Prof. Lipton da zaten biliminsanlarının böyle devam etmesinin en iyisi olduğunu düşündüğünü söyleyerek, bilim felsefesinin daha iyi bilim yapılmasına götürmeyeceği ("not necessarily") fikrini tekrar etti.